Allah'ın varlığının 6. Delili: "Ahlaklar" - Müslüman Ahmediye Cemaati

Allah’ın varlığının 6. Delili: “Ahlaklar”

Altıncı olarak ahlaki delili ele alacağım. Bu delilin esası şudur ki insanın içinde olan ahlaklar bir Yaratana işaret etmektedirler.

İnsan içgüdüsel olarak iyilik yapmak istiyor ve buna meyillidir. Ayrıca kendisini iyi görmek istiyor.

Kûr’ân-ı Kerîm bu delili şöyle anlatıyor: [1]

Özetle bu ayeti kerime diyor ki: Sanma ki senin yaptıklarının muhasebesini tutan birisi yoktur. Böyle bir düşünce tamamen yanlıştır. İspat olarak ta hem her tür muhasebenin yapılacağı kıyamet gününü ve ayrıca senin içinde bile gizli bir güç olarak mevcut olan ve her kötülük yaptığında kınayan ve ayıplayan nefsini[2] gösteriyoruz. Tekrar tekrar günahı işleyince ancak bu ayıplayan sesini susturabilirsin. Hatta çok bastırıldığında bile bazen bu ses birden bire kendini gösterir ve insanı iyiliğe çeker.

Eğer Allah yoksa insanın genlerine bile işlemiş bu kötülüklerden uzak durma meyli nereden gelmiştir? Bu olmasaydı insan canı istediği her şeyi ayıp demeden yapardı. Bu iyilik nedir kötülük nedir ayrımı insan Allah’ı tanısın diye insanın içine yerleştirilmiştir. Örneğin Kûr’ân-ı Kerîm buyuruyor ki;

Yani Biz insanın yaratılışıyla birlikte iyiliğin ve kötülüğün ayrımını onun içinde yerleştirdik. [3]

Arthur J. Balfour adında meşhur bir filozof geçmiştir. O da bu delili ele almıştır. Demiştir ki bazı şeyleri biz güzel buluyoruz ve güzel bulduğumuz bu şeyleri elde etmeye çalışıyoruz. Ama bu istek ve meylin insanın içinde nasıl oluştuğu belli değildir. Bu istek ancak başka birisi tarafından yerleştirilmiş olabilir.

Balfour’a göre bu bir Tanrı’nın varlığına dair en güçlü delildir. Hayret vericidir ki kendisi bir Hıristiyandır ve Hıristiyanlığa göre insanın içi çürümüş ve pistir. Öyleyse bunu bir delil olarak nasıl sunabilir?  Bu delili ancak bir Müslüman sunabilir çünkü onun kutsal kitabında bin üç yüz sene evvel bu delil beyan edilmiştir. Bu kutsal kitap insanın içini son derece pak ve sonsuz gelişim için müsait kılmıştır.

Vâdedilen Mesih’in birinci halifesi Mevlana Hekim Nuruddin hazretleri anlatırdı ki bir sefer bir hırsıza “hırsızlıkla elde ettiğin malı yerken rahatsız olmuyor musun?” diye sorunca o da “neden rahatsız olayım. Alın terimizle kazanıyoruz” deyip cevap vermiş. Böyle deyince o da konuyu değiştirdi ve başka şeyler hakkında konuşmaya başladı. Biraz geçince ve artık ilk sorulanı unutmuştur sandığı bir anda yine “siz kaç kişi bir araya gelerek hırsızlık yapıyorsunuz?” diye sordu. O da “En az dört beş kişi oluyoruz. Ayrıca aramızda bir kuyumcu altınları eritip şeklini değiştirsin diye muhakkak oluyor” demiş. “Ama siz bunu kuyumcunun insafına bırakıyorsunuz. Ya bir kısmını çalarsa?” deyince o da hemen “malımızdan çalarsa böyle imansızı öldürmez miyiz?” diye atladı. Bu olay gösteriyor ki insanın genlerine işlemiş olan iyilik ayrımı insan ne kadar da ahlaki olarak çürüse bile var olmaya devam eder. Tahrik edilince veya bakış açısı değişince birden bire canlanıverir ve yeni bir güçle kendisini gösterir. Bu meylin varlığı Tanrı’nın varlığına dair güçlü bir delildir.

İtirazlar ve cevaplar

Bu delilde diğerleri gibi itirazlara maruz kalmıştır. Deniliyor ki içgüdüsel dediğimiz iyilik kötülük ayrımı aslında sadece atalarımızın tecrübelerinin mirasıdır. Atalarımız tecrübe yoluyla neyi faydalı bulmuşlarsa bizde ona iyilik ve neyi zararlı bulmuşlarsa ona kötülük diyoruz. Hırsızlığı ele alalım. İnsan biliyor ki eğer ben birisinin malını çalarsam o da benimkini çalacaktır ve bu gereksiz yere başımı ağrıtacaktır. Dolayısıyla atalarımız neticesini sorunlu gördüğü bu ameli faydalı bulmadı ve yavaş yavaş bu düşünce kültürel mirasın bir parçası haline geldi ve bir nesilden diğerine aktarılmaya başlandı. Yani kötülükten nefret sadece tecrübelere dayanan bir kültürel mirastır. Ne insanın özüyle bir alakası vardır nede ulu bir varlık tarafından içgüdüsel bir meyil olarak insanın içine yerleştirilmiştir ki bir delil oluştursun.

Bize miras yoluyla intikal eden bu iyilik kötülük kavramlarının atalarımızda tam olarak nasıl oluştuğunu sorduğumuzda diyorlar ki onlar tecrübe ile bu ahlakları bulmuşlardır. Zarar verene kötülük denmiştir ve fayda verene iyilik denmiştir. Herkes kendi faydasını ve zararını anlayabilir. Bunun için bir öğretmene ihtiyaç yoktur. İyilik denilen şeylerin hepsi zaten faydalıdırlar ve kötülük denilen şeylerin hepsi zararlı. Eğer iyilikler faydalı olmayıp zararlı olsaydılar bir Allah tarafından öğretildiğini çıkartabilirdik. Aynı şekilde kötülük denilen şeyler faydalı olmalarına rağmen insanlar tarafından sakınılsaydılar bu delil anlamlı olurdu ama böyle değildir. Ancak bunu diyebiliriz ki insanlar iyilikleri menfaatleri yüzünden yapıyorlar ve kötülüklerden yine menfaatleri yüzünden sakınıyorlar.

Bu itirazın gerçek cevabı uzun olduğu için şimdilik bırakıyorum. Sadece şunu söylemekle yetineceğim ki bazı iyilikleri insan hiçbir zahiri faydası yokken bile yapmaktadır. Hatta ateist diye geçinenler bile bunları yapmaktadırlar. Örneğin anne babanın çocuğa gösterdiği ilgi ve şefkat büyümüş olan çocuk için mazide kalmış bir şeydir. Ama bir ateist bile itiraf ediyor ki hepimiz anne babamıza saygı göstermeliyiz. Hâlbuki bunda büyümüş olan çocuğun hiçbir faydası yoktur. Saygı göstermese bile olabilecek en büyük şey şudur ki insanlar gelecekte artık çocuklarına onların çocukluk dönemlerinde ilgi ve şefkat göstermemeye başlayacaklardır. Ama zaten büyümüş ve kendi evi olan çocuğun bundan hiçbir zararı yoktur.

Aynı şekilde büyümüş olan bu çocuklara kendi çocuklarına bakmasınlar diye teklif götürülürse bu teklifimiz ret cevabı ile karşılanacaktır. Yaşlı birine “Amca sen yaşlandın artık. Çocuğun büyüyene kadar çoktan ölmüş olursun. Bırak ne hali varsa görsün” deyip sonucunu öğrenebilirsiniz.

Velhasıl anne babaya saygı gösterip çıkarttıkları her tür zorluğa katlanmak, hiçbir getirisi olmayan ama kimsenin ret edemediği iyiliklerden birisidir.

Benzer şekilde istisnasız bütün kavimlerde ölülere hürmet, derinlere işlemiş bir kavramdır. Ama bundan ne çıkarımız var? Nasıl bir kar zarar bilânçosu buna anlam verebilir?  Cesedini kurtlar yese veya cesedi doğrudan meydanlara atılsa ne zararı olabilir? En çok denilebilir ki böyle atarsak çürüyüp kokacaktır ve ortalığa zarar verecektir. Bu yüzden gömmek gerekiyor. Ama bizde diyoruz ki tek sebebi buysa gömmek için neden dünya kadar adam toplanıyor ve toplu bir şekilde cesedi götürüyorlar. Birisi ayağından bağlayıp iple çekip sürükleyerek götürsün. Cesede bu kadar hürmet göstermenin ne anlamı var? Tek bir anlamı var ve o da şudur ki insan içgüdüsel olarak böyle yapmak istiyor ve ölüye yapılan hürmetsizlik onun damarına basıyor. 

Sonuç olarak faydalı olmamalarına rağmen ateistler dâhil olmak üzere birçok iyiliği yapıyoruz. Bunda sadece derin hislerimiz rol oynuyorlar. Vatan için canını feda etmek yine bu ahlaklardan birisidir. Bütün kavimlerde bu saygıdeğer bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bunu saygı ile selamlamayan bir ülke var mıdır? Peki, neden insanlar vatan için canlarını bile vermeyi en büyük iyilik olarak sınıflandırıyorlar? Bunda canını verenin ne çıkarı var? O zavallı ölüp gidiyor. Buna rağmen yüzde yüz ölümle karşı karşıya iken insanlar o son ölümcül adımı atmıyorlar mı? Hâlbuki kendilerine hiçbir faydası olmayacağını biliyorlar.

Her kavimde bu ve bunun gibi şeyler saygıdeğerlerdir ama yapanın kendisine bir faydası yoktur. Apaçıktır ki bunlar fayda zarar kavramlarıyla değil, iyilik kötülük kavramlarıyla açıklanabilecek ve insanın hamuruna Allah tarafından yerleştirilmiş meyillerdir.

Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Allah (c.c.) adlı eserinden


[1] Kıyamet (75) sûresi, ayet.2-3

[2] Nefsi Levvame diye geçen kelime Kur’ân-ı Kerîme göre nefsin özel bir halidir. Bu halde olan nefis yapılan her kötülüğü sanki onun kötü bir şey olduğunu bir yerden bildiği gibi ayıplar.

[3] Şems (91) sûresi, ayet.9

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

Allah’ın varlığının 7. Delili: “Şehadet”

Bir Sonrakini Oku

Allah’ın varlığının 5. Delili: “İntizam”