Hafız Mirza Nâsir Ahmed (r.a.) - Müslüman Ahmediye Cemaati

Hafız Mirza Nâsir Ahmed (r.a.)

Talmut’un bir yerinde mesihin ölümüyle manevi saltanatının önce oğluna sonra torununa geçeceğine işaret ediliyor. Yine “Hakîkat-i Vahiy” de Va’dedilen Mesih dört oğul ve ileriki tarihlerde doğacak bir erkek torun için Allah’a hamd ediyor. 16 Kasım 1909’da Mirza Beşirüddin Mahmud Ahmed Hazretlerine bir oğul bahşolunduğunda merakla beklenen gaybî haber gerçekleşmişti. Ona Nâsır Ahmed  adı verildi. Talmut’ta haber verilen torun Hâfız Mirza Nâsır Ahmed Hazretlerinden başkası değildi. Ümm-ül Mü’minin Hazretleri (Va’dedilen Mesih’in mübarek zevceleri) Nâsır Ahmed’e “Benim Mübarek’im, benim Yahya’m” derdi. Kendisi bir rüyasında Mübarek’in  geri gelip onun boynuna sarılarak şöyle dediğini gördü: “Anne, ben bir daha seni terk etmeyeceğim.” Nevab Mübareke Begüm Hazretleri de bu meyalde bir rüya görmüştü.

Sonra 26 Eylül 1909’da Mirza Nâsır Ahmed Hazretleri’nin doğumu öncesinde II. Halife Mirza Beşüriddin Mahmud Ahmed Hazretleri bir arkadaşına gönderdiği Allah’ın kendisine İslâm’ın binasını sağlamlaştıracak bir oğul bahşedeceğini haber verdiğini yazdı. Toruna dair gaybî haberde “Yahya” dan bahsediliyor. “Yahya” kelimesine dayanarak Va’dedilen Mesih haklı olarak çocuğa çok ufak yaşta ölen oğlu Mübarek Ahmed’in aksine uzun bir ömür bahşolunacağını düşündü. Kur’an-ı Kerim’den biliyoruz ki, Hz. Yahya’ya genç yaşta Allah’ın kelâmı öğretilmişti. Aynı şekilde Hâfız Mirza Nâsır Ahmed Hazretleri de daha çocukluk yıllarında Kur’an’ı hıfzetmişti.

Hâfız Mirza Nâsır Ahmed Hazretleri de 1965 yılında III. Halife oldu. Kendisi o zamandan itibaren bu cemaatin tebliğ faaliyetlerini fevkalâde genişletti.

O 1967’de şöyle diyordu:

“Bütün dünyadaki Ahmediler’in bilmelerini isterim ki, önümüzdeki 25 yıl dünyayı temellerinden sarsacak bir manevî inkılâp açısından dönüm noktası olacaktır. Bilmiyorum hangi milletler Ahmediyet’in çağrısını topluca veya büyük çapta kabul edecek kadar talihli olacaklar; Afrikalı, İngiliz ya da başka. Ama size söylüyorum ki, bazı ülkelerin veya onların bazı bölgelerinin Ahmediyet’i kabul edip hükümetlerinin Ahmedilerce yönetileceği günler çok uzak değil. Va’dedilen Mesih’in bu yöndeki gaybî haber ve mükâşefeleri gayet açık ve nettir. Bu heyecan verici değişimi dünyada baştanbaşa meydana getirmek için hangi ateş çemberinden geçmeniz gerekecek bilinmez ama, o mezkur gün gelmeden önce çeşitli şekillerde imtihan edileceksiniz. Bu yüzden bu mühim gün için Hz. Peygamber (s.a.v)’in atanmış temsilcisi Va’dedilen Mesih’in önceden haber verdiği tarzda Allah’ın dünya yüzündeki saltanatının teessüsünü müjdeleyerek  hazırlıklı olmanız gerekir.”

1967’de tarihî Avrupa seyahati münasebetiyle III. Mesihî Halife Avrupa’yı şöyle uyardı:

“Va’dedilen Mesih, İkinci Dünya Harbi’ni hatta daha da geniş bir üçüncüsünün takip edeceğine dair başka bir kehanette de bulunmuştur. İki muhasım taraf o kadar ani bir şekilde çarpışacaklar ki, herkes gafil avlanacaktır.

Gökten ölüm ve yıkım yağacak ve muazzam alevler dünyayı saracaktır. Modern medeniyet devi yere yıkılacaktır. Bu hengâme içinde komünistler de, onlara düşman olanlar da mahvolacaktır. Bir taraftan Rusya ve peykleri, öte yandan Amerika ve müttefikleri çökecek, kudret ve ihtişamları sönecek, medeniyetleri yok olacak ve sistemleri parçalanacaktır. Kurtulup hayatta kalanlar bu facia karşısında şaşkına dönecekler… Üçüncü Dünya Harbi’nin sonu, İslamiyet’in zaferinin başlangıcı olacaktır. İnsanlar yığın yığın İslamiyet’in gerçekliğine iman getirecekler, hak dinin yalnız İslamiyet olduğunu ve ancak Hz.Muhammed (s.a.v)’in tebliği vasıtası ile insanlığın kurtulabileceğini takdir edeceklerdir… Fakat baylar, unutmayın ki, bu kehanet bütün diğer kehanetler gibi, bir ihtar, bir ikazdır. İnsan Rabbine yönelir, pişmanlık duyar ve halini ıslâh eylerse kehanetin yerine gelmesi geciktirilebilir ve hatta önlenebilir.

İnsanoğlunun zenginlik, kuvvet, şöhret ve şan gibi sahte tanrılara tapmaktan vazgeçmesi; Rabbi ile hakikî ve samimî münasebet kurması; bütün kötülük ve günahlardan sakınması; Allah’a ve insanlara karşı vazifesini yapması;  insanlığın gerçek refahı uğrunda çalışmayı öğrenmesi şartı ile Allah’ın gazabından kurtulma imkânı henüz mevcuttur.”

1970’de altı batı Afrika ülkesini dolaştığı tarihî ziyaretinde III. Mesihî Halife şu açıklamada bulundu:

“Bütün insanlar eşittir. Şu insanla bu insan arasında bir fark yoktur. Eğer dünya bunu anlarsa sorunlar çok daha az olacaktır.”

3 Temmuz 1970’de Abudabad’da verdiği bir hutbede buyurdu ki:

“İslâm ile Hıristiyanlık arasında son manevî muharebe Afrika topraklarında olacaktır.”

“Dinî açıdan dünyaya baktığımızda insanlığın büyük bir kısmının mülhitlik (Allah tanımazlık, ateizm) veya lâedriye (bilinemezcilik, agnostisizm) nin pençesinde olduğunu görürüz. Sovyet Rusya örneğine bakalım. Komünist Çin tanrıyı resmen sürgün etmiş ülkelerden biridir. Belirli Avrupa ülkelerinde bu anlamda resmî bir açıklama yapılmış olmamasına karşın durum hemen hemen aynıdır… Geniş mânada diyebilir ki, Avrupa’nın tamamı inanç bakımından Hıristiyan’dır. Gündelik konuşmalarda İngiltere’den Hıristiyan bir ülke olarak söz edilir. Bu, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, ABD, Kuzey Amerika ve Afrika’nın bazı bölgeleri için de geçerlidir. Size Londra’nın bazı kiliselerine “Satılık” levhası asılmış olduğunu gördüğümü söylersem şaşıracaksınız. Bu ülkeler sadece ismen Hıristiyan’dır. Vatandaşları Hıristiyanlığın ne olduğunu dahi bilmiyorlar. Evet, bugünkü dünya haritasına şöyle bir bakacak olursak, kimi ülkelerin açıkça mülhitliği veya lâedriyeyi benimsediklerini görürüz. Bunun zirvesinde İslâm ve Hıristiyanlık güçlerinin üstünlük için çetin bir ölüm kalım mücadelesine giriştiği savaş meydanı Afrika var… Eğer Afrika’yı fethedersek, Hıristiyan misyonerlerin İspanya veya Güney Amerika’daki kuvvetlerini bir karşı saldırı (manevî olarak) için tekrar toparlamaları zor olacaktır. Hıristiyan âkaide karşı Va’dedilen Mesih tarafından tanzim edilmiş malzeme o kadar muazzam ve etkilidir ki; insan onun bu yapıyı çok titiz bir dikkat ve isabet-i tam ile adamakıllı ve hiçbir şeyi ayakta kalmayacak şekilde yerle bir eden vazifesinin devâsa boyutları karşısında ürperiyor.

“Fazl-ı Ömer Vakfı” , “Nusret Cihan İleri Atılım Programı”, “Kutlama Törenleri Fonu”, birkaçını saymak gerekirse, III. Halife’nin ilk bakışta göze çarpan icraatlarıdır. Fakat onun en büyük övgüye lâyık hizmeti, Pakistan onun müttaki cemaatini gayrimüslim bir azınlık ilân ettiğinde cemaatine sunduğu rehberlik olmuştur. Cemaatin bütünü itibariyle parçalanma ve dağılmaya maruz kalmaması, halifenin kâğıttan bir kaplan olmayıp imtihan ve musibetlere dayanabildiğini ortaya koyuyor. Bizlerin Müslümanlar olduğumuz hususundaki hutbesi de aynı derecede tarihî önemi haizdir..

“Acı dolu günlerden geçtik ve her nerede Ahmediler az sayıda ve zayıf ise, orada boykot edildikleri haberlerini alıyoruz. Onlara yiyecek ve içecek satılmıyor. Dükkân sahiplerine onlara hayatın en zarurî ihtiyaçlarını dahi satmamaları hususunda; su nakilcilerine de onlara su tedarik etmemeleri hususunda tembih edilmiş. Biz açlıkla sınandığımızdan dolayı üzülmüyoruz. Zira biz Yüce Kur’an’da bununla uyarılmıştık:

‘Muhakkak ki Biz sizi biraz korku, biraz açlık, bir de mal, can ve meyvelerin eksikliğiyle sınarız..’ (2:156)

Gelen haberlerden anlaşılıyor ki, şu anda önem verilen husus Ahmedileri yiyecek ve içecekten mahrum bırakmak. Bu tür haberler alınca çevremdekilerin hafızalarını uyarıp onlara şunu hatırlatıyorum: Sevgili Efendimiz, Hatem-ün Nebiyyin, Muhammed Mustafa (s.a.v) Mekke döneminde bütün Müslümanlarla beraber daracık Ebu Taib vadisinde 2,5-3 yıl boyunca kuşatma altında kalmışlardı. Onların hepsi ağır bir sınava tâbi tutulmuş ve hayatî ihtiyaçlarını temin etmeleri engellenmişti. Allah’ın takdiriyle onlar sadece hayatlarını güçlükle sürdürebilecek kadarını bulabiliyorlardı.”

Mirza Nâsır Ahmed Hazretleri (rahmetullahualeyh) ‘nin rehberliğinde Ahmediye Cemaati İslâm’ı dünyanın her yerinde yaymak, okullar, yüksek okullar, hastaneler, vaaz ve telkin merkezleri, camiîler inşâ etmek ve işletmek, Kuran-ı Kerim’i tercüme etmek ve yayınlamak hususunda olağanüstü bir hızla ilerledi.

Batı Afrika seyahatini müteakiben verdiği hutbelerinin birinde izlenimlerini şöyle dile getirdi:

“Bu ülke insanları için beraberimde İslâm’ın sevgi, dostluk ve kardeşlik talimatı ile Batı Afrika’ya yola çıktım. Bir ay kadar sürmüş olan seyahatime son verip sizlere Allah (c.c)’ın yolculuğumun her safhasında bana nasıl şefkat gösterdiğini anlatmak için geri dönmüş bulunuyorum. Görüp, geçirip, şahit olduklarımı kelimelerle ifade etmem mümkün değil. Bana göre ben, onlara ve onların vasıtasıyla dünyanın başka milletlerine, İslâm’ın bütün insanlığın menfaati için ilân ettiği harika sevgi talimatını götürdüm. Onlarla sevgi, muhabbet, dostluk ve kardeşlik hisleri içinde görüşüp, onlara İslâm’ın eşitlik akidesini bildirdim.  Bir adım ileri gidip dikkati Hz. Muhammed (s.a.v)’in yaşayışına çekerek şu insan ile bu insan arasında fark olmadığını bilfiil gösterdim. Binlerce çocuk okşadım ve pek çok kişiyle el sıkıştım. Bazen bunu en aşırı sıcaklarda sanki bayılacak bir halde yaptım.”

Başka bir hutbesinde Hıristiyanlık ile İslam arasında son manevî savaşın Afrika topraklarında olacağını önceden haber verdi. Ahmedileri daha fazla gayret sarfetmeleri ve zafer gününün tahmin edildiğinden daha da yakın olduğu hususunda uyardı.

Nutuklarından birinde Huzur şöyle buyurdu:

“Her ne zaman Cenab-ı Hak birini dünyayı ıslaha memur etse, bizzat Kendisi ona yardım edip gönderdiği kişinin başarısı için uygun bir ortam yaratır ve lütuf ve inayetini indirir. Mesih-i Mev’ud Hazretlerinin dünyaya teşriflerinden bu yana vuku bulan büyük veya küçük her değişim hareketimizin lehine olmuştur. 1917 Rus Devrimi örneğine bir bakınız. Dünyanın büyük bir kısmından Hıristiyanlığı silip süpürmüştür. Hıristiyanlık bir insanı “Tanrı” olarak takdim etmiştir. Bu put kırılıp paramparça edildi. Fakat sopalarla değil; ikna edici deliller, tarihî kanıtlar ve bilimsel açıklıkla kırıldı. Va’dedilen Mesih (a.s), Hz. İsa (a.s)’nın bedenini yaraladığı söylenen haçı kıracağını söylemiştir. O gerçekten karşı konulamaz delillerle Hz. İsa’nın çarmıhta ölmediğini ispatladı. “Uluslararası İsa’nın Çarmıhtan Kurtarılışı Konferansı” Hıristiyan dünyasını sarsmıştır. Hıristiyan misyonerlerin bu konuda görüşme (“diyalog”) için kendilerine ulaştırılan daveti kabul etmeye güçleri yetmedi.  Bunlar, Va’dedilen Mesih’in zuhuru öncesinde İslâm’ı Hindistan’dan, Mekke’den, Medine’den silip atacakları fikrinde olan insanlardır. Afrika’nın onların kucağında olduğunu söylüyorlardı. Fakat ne oldu hani Hindistan, Mekke, Medine! Süt tenekeleri, şeker, giyecek ve burslarla insanları satın aldıkları Afrika’da Allah’ın lütuf ve keremiyle Ahmediyet’in mübelliğleri rüzgârı tersine çevirdiler.”

6 Eylül 1980’de Calgary Herald (Calgary Tellalı) gazetesi şöyle yazıyor:

İslâm Reisi Geldi

“Va’dedilen Mesih Mirza Gulam Ahmed Hazretleri’nin torunu ve kabul edilmiş III. Vârisi, Oxford Üniversitesi’nden lisansüstü iktisat fakültesi diplomasına sahip, tâbilerince III. Mesihî Halife olarak bilinen İslâm’da Ahmediye Hareketi’nin başkanı Hâfız Mirza Nâsır Ahmed Pazar günü dört günlük Calgary ziyaretine başlayacak. Ahmediye Hareketi, Kuran’ı ve daha başka İslâmî eserleri  100’den fazla dile çevirip yayınlamış, dünya çapında 10.000.000’dan fazla üyesi bulunan İslâm’ın misyoner bir fırkasıdır.”

Huzur 1976’da Amerika, Kanada, Norveç, Batı Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere’yi dolaşıp İsveç’de “Nâsır Camiî” ni törenle ibadete açtı. Yine Huzur İsviçre, Hollanda, İsveç, Danimarka, Batı Almanya’yı ziyaret edip 1978’de iştirak etti. Ardından İspanya’nın Pedroabad şehrinde “Beşaret Camiî” nin temelini attı. On altı yılı aşkın hilâfetinin ardından, İslâm’ın ileriki zaferlerine götüren basamakları oturtmanın şüphe götürmeyen başarısı ile Huzur 9 Haziran 1982’de son nefesini verdi. (Ruhu şâd olsun)

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

Birinci halife hazretlerinden aldığı eğitim hakkında

Bir Sonrakini Oku

Hz. Mirza Tahir Ahmed (a.r.)